Kelimeler: yahut
Yahut kelimesi cümle içinde nasıl kullanılır?
1. Bunlar büyütülmüş, yahut uydurulmuş vakalardır.
2. Ya herkes ölmüş, yahut korkudan bir köşeye büzülmüştü.
3. yahut, Bu işler benim işim mi, değil mi?
4. Mümkün olsa gündüzleri bu evden kaçacak, yahut bir köşeye saklanacaktı.
5. Ya senden mühim bir çıkarları var, yahut da başka bir şey.
6. Yüzünde ciddi bir ifade ile ve asla konuşmadan, para sürüyor, yahut kâğıt yapıyordu.
7. Arastada pabuççu bir Yunus Ağa vardı, o haber verirdi: Havrana, yahut Frenkköyüne gidip avrat oynatırlarmış.
8. Çok kere başını alıp gitmek, Balıkesirde, Bandırmada bir ağanın yanına arabacı, yahut işbaşı girmek istedi.
9. Teravi bittikten sonra ellerinde iri coplarla sokaklarda küme küme dolaşırlar, yahut Gâvur mahallesine kavgaya giderlerdi.
10. Durup dururken, kavga, vukuat çıkarırlar, işleri güçleri ördek dövüştürmek, boncuk oynamak, yahut komşu bahçelerinden dut taşlamaktır.
11. Daha perşembeden helva filan yaptınlir, cuma günü de fırına kâğıt kebabı veya güveç verilir, yahut çiğ et alınarak kırda pişirilirdi.
12. Bunlar çok kere orta halli veya fakir, fakat namuslu ailelerin çocuklarıdır; ya bir esnafın yanında çıraklık, yahut da babalarına yardım ederler.
13. Onun birkaç sene evveline kadar mektep kitaplarından, birkaç seneden beri de patates, yahut zeytinyağı fiyatlarından başka bir şeye aklı ermediğini düşündü.
14. Bu hal biraz daha devam eder, herkes bana karşı cephe almaya başlarsa ya başımı alıp kaçacağım, yahut da kafama bir kurşun sıkacağım.
15. Çünkü ya karıları böyle bir serserinin kardeşi, yahut da kardeşleri böyle bir serserinin karısıydı; ve aile düşünceleri, akrabalık rabıtaları, bilhassa kadınlar arasında, şiddetle gözetilen meselelerdendi.
16. Kadın adamakıllı iyi işliyordu; fakat kız, akşama kadar ağaçların dibinde oturarak, annesinin yanında dolaşarak, yahut zeytin silkenlere bakarak boş gezdi ve hiç kimseyle hiçbir şey konuşmadı.
17. Şakir, ayaklarını sürükleyerek, kapıya gitti, fakat dışarı çıkarken Hacı Etemle göğüs göğüse geldi: Bu, sanki Şakirt görmemiş, yahut onu tanımıyormuş gibi, başını bile çevirmeden çavuşa doğru yürüdü:
18. Alelacele ve karmakarışık yenen yemekten sonra birbirini tutmayan türküler söylenmeye çabalanır, söğüt dalından yapılan veya beraber getirilen düdükler öttürülür, yahut da yakındaki bahçelerden ham erik ve çağla çalınırdı.
19. Şimdi akşamın olmasını, sofranın kurulmasını, yahut bir yere gitmelerini biraz isteyerek bekliyor, rakı kadehlerini daha az yüz buruşturarak içiyor ve koluna gümüş bir bilezik takan bir erkeğin kucağına oturmaktan eskisi kadar nefret etmiyordu.
20. Orada erkeklerin uzun sırıkları küçük yapraklı dallara hızla vuruşlarını ve siyah kıvraklarının eteklerini bellerine sokmuş kadınların iki kat eğilerek, soğuktan sertleşen parmaklarla yerden zeytin tanelerini toplayışlarını seyreder, yahut sırtını bir ağaca vererek yere bakardı.